Tarık Buğra, Kurtuluş Savaşı’nı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş
sorunsalını konu alan siyasal roman geleneğimizin Yakup Kadri
Karaosmanoğlu ve Kemal Tahir ile birlikte önde gelen yazarlarından
biri olmasının yanı sıra öykücülüğüyle de dikkat çeker.
Öykülerinde çoğu zaman “sıradan” insanın başından geçenleri ya da
geçmesi ihtimal dahilinde olanları kendine has bir duyuş ile anlatan
Buğra, bazen bir hastalığın hüznünü, bazen bir aşkın tutkusunu,
bazen de bir sohbetin neşesini kendimiz yaşıyormuşçasına içimizde
hissettirir. Romanlarında olduğu gibi öykülerinde de taşrada olmayı,
taşra insanıyla bir arada bulunmayı, sözün özü “taşranın ruhunu”
anlatmayı ihmâl etmez.
Tarık Buğra’nın kaleme aldığı öykülerin ilk kısmını bir araya getiren
bu kitap, daha önce Buğra’yı sadece romanlarından bilen okurları
“öykü de yazmış bir romancı” ile değil, her cümlesiyle başlı başına bir
öykücüyle bir araya getirirken, aynı zamanda Buğra’nın metinleriyle
ilk kez karşılaşacak okurların Tarık Buğra edebiyatının büyük “giriş
kapısını” aralamalarına bir imkân sağlıyor.
“Buğra’nın, hikâyeciliğini belirgin iki çizgi üzerinde geliştirerek
dönemin edebi tartışmalarına teoriyle değil, pratikle yanıt verdiğini
düşünebiliriz. Buğra öykücülüğünün bir çizgisi Proust ve Tanpınar’la
buluştuğu ‘zaman’ çizgisidir. Bu elbette Bergson sonrası modernist
yazının da çizgisidir. (...) Buğra öykücülüğünün başta sözünü
ettiğim ikinci çizgisi hümanizmdir. Zamana ilişkin öykülerinde nasıl
Tanpınar’la aynı yerdeyse, insancıl ve insancı öykülerinde de Sait Faik
çizgisindedir.”
Jale Parla’nın Önsöz’ünden...
Kitabın Özellikleri
Basım Dili | Türkçe |
Sayfa Sayısı | 280 |
Kapak Türü | Karton Kapak |
Kağıt Türü | 2. Hamur |
Basım Tarihi | Ocak 2019 |
Basım Yeri | İstanbul |
En / Boy | 13,00 / 19,50 cm. |